İSLAM
  Peygamberimizin Davranışları
 

1. Hz. Muhammed (s.a.v.) İnsanlara Değer Verirdi

“İnsan eşref-i mahlukattır” sözü Müslümanlar arasında çok meşhurdur. Sadece biyolojik nitelikleriyle değil, Akıl, irade, düşünme ve düşüncelerini gerçekleştirebilme özellikleri açısından insan, yaratılmışlar içinde en üstün varlıktır. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim’de:

“–Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık” (Tin Suresi 4. ayet)

buyurmaktadır.

Hz. Muhammed (s.a.v.) bir peygamber olarak Allah’ın insana verdiği bu değerin elbette farkındaydı. Bu yüzden hiçbir insanı küçümsemezdi. Bu sebeple konuşan kişinin sözünü asla kesmez, kendisi birine hitap ettiği zaman doğrudan ona yönelir, onun yüzüne bakarak konuşurdu.
 

Hz. Muhammed (s.a.v.), yalan söylediklerini bildiği halde münafıkların, içlerinde gizledikleri niyetlerine değil, ağızlarından çıkan sözlere itibar etmiş, insana verdiği değer sebebiyle onların sözlerini, mazeretlerini dinlemiş, sözlerine göre yargıda bulunmuştur. Peygamberimizin bu tutumunu münafıkların nasıl kötüye kullandıklarını ve kendi aralarında nasıl konuştuklarını Allah bize Kur'an-ı Kerim’de bildiriyor:
 

“(Hakkın düşmanları) arasında “O her söze kulak veriyor” diyerek Peygamber’i yerip kınayanlar var. De ki: Evet, o, hakkınızda hayırlı olanı (duyup dinlemek) için kulaklarını açık tutuyor.” (Tevbe Suresi, 61. ayet)

Peygamberimiz, insanların şekillerine, rengine ve ırkına göre ayrıma tabi tutulmasını yasaklamıştı. Bir gün nasıl olmuşsa olmuş, Ebu Zer ile Bilal bir konuda anlaşamamış ve Ebu Zer, Bilal’a:

“–Kara kadının oğlu sen de.”

demişti. Bilal onun bu sözünden alınmış ve durumu Hz. Muhammed’e (s.a.v.) bildirmişti. Peygamberimiz Ebu Zer’i çağırarak ona:

“–Sende cahiliye adetlerinden biri mi var?”

diyerek onun yaptığı bu davranışı onaylamamıştı. Ebu Zer söylediğine bin pişman olmuş, hemen yüzünü yere yapıştırıp:

“–Allah’a yemin ederim ki Bilal ya hakkını helal edinceye ya da yüzüme basıp geçinceye kadar buradan kalkmayacağım” demiştir. Olay daha sonra tatlıya bağlanıp kapanmıştır.

İnsana değer vermek, aynı zamanda insan haklarına saygılı olmak demektir. Her insanın doğuştan sahip olduğu hakları vardır. Her insanın, başkasının hakkına el uzatmaksızın kendi haklarını koruma hakkı vardır. Peygamberimizin uygulamaları bu konuda da bizim için önemli mesajlar içermektedir.


 

2. Hz. Muhammed (s.a.v.) Güvenilir Bir İnsandı

Olgun yüce bir insanın en büyük özelliklerinden birisi, onun güvenilir olmasıdır. Sürekli yalan söyleyen, verdiği sözleri yerine getirmeyen insanlar, diğerlerinin güvenlerini yitirirler; sevilmeyen, daima kuşku ile bakılan biri olurlar.

Asr-ı Saadet döneminde yaşayan insanlar Peygamberimizin güvenilirliği konusunda acaba ne düşünüyorlardı? Onu özü sözü doğru biri olarak mı görüyorlardı yoksa yalan söyleyen, verdiği sözde durmayan yalancı biri olarak mı?

Peygamberimizin çocukluğu, gençliği, orta yaş dönemi bütünüyle Mekke’de geçti. Abdulmuttalip’in bu yetim torununu Mekke’de bulunan herkes tanır, nasıl biri olduğunu çok iyi bilirlerdi. Orada yaşayan hemen herkesin bir lakabı vardı. Peygamberimize de bir lakap vermişlerdi: “el-Emîn” Bu kelime “İnsana güven veren, güvenilir kişi” demektir. Peygamberimiz bu lakabı fazlasıyla hak ediyordu. Çünkü ne peygamberlikle görevlendirilmeden önce ne de sonra bir kez olsun yalan söylememişti. Buna, Müslümanlığı kabul etmiş olsun olmasın herkes şahitlik ederdi. Onun peygamberliğine şiddetle karşı çıkan putperestler, insanların Hz. Muhammed’e (s.a.v.) yönelmesini önlemek amacıyla çeşitli iftiralar atmışlar, ama ona asla “O bir yalancıdır!” diyememişlerdir. Çünkü herkes Hz. Muhammed’i (s.a.v.) çok iyi tanıdığından böyle bir iftiranın tutmayacağını çok iyi biliyorlardı.

Putperestlerin baskı ve eziyetlerinden kurtulmak için bir grup Müslüman Habeşistan’a (Bugünkü Etiyopya) hicret ettiklerinde, o zaman henüz İslam’la şereflenmemiş olan Ebu Süfyan ve adamları Müslüman muhacirlerin peşinden oralara kadar gitmiş ve Habeş kralının huzuruna çıkıp, ülkesine sığınan Müslümanları kötüleyerek, onların iadesini istemişti. Sonradan Müslüman olma şerefine ulaşacak olan bu adil kral, işin gerçek yüzünü anlamak için Ebu Süfyan’a çeşitli sorular sordu. Bu sorulardan biri de şuydu:

“– Onun yalan söylediğine daha önce hiç şahit oldunuz mu?”

Ebu Süfyan doğruyu söylemek zorundaydı:

“–Hayır!” dedi. “Daha önce onun yalan söylediğini hiç görmedik.”

Peygamberimiz çok zor şartlarda dahi emaneti iade etme sorumluluğunu asla ihmal etmezdi. Evi, onu öldürmek isteyen putperestler tarafından kuşatıldığında o, Hz. Ali’ye (r.a.) şöyle diyordu:

“–Bu gece yatağımda sen yatacaksın; ben hicret ediyorum. Bende bulunan emanetleri yarın sahiplerine ver, sonra sen de yola çık!”

Hz. Peygamber’in kısa süre içinde yüzbinlerce insanın sevgisini ve bağlılığını kazanmasındaki sırlardan birisi, onun güvenilir bir insan olmasıydı. Biz de Allah’ın ve insanların sevdiği biri olmak istediğimize göre, güvenilirliğimize gölge düşürecek davranışlardan uzak durmalıyız.



 

3. Hz. Muhammed (s.a.v.) Hoşgörülüydü

Hoşgörülü olmak, insanların kusurlarını, küçük hatalarını görmemek, affedici olmak demektir. Hatasız kul olmaz; hepimiz, unutarak, bilmeden veya içimizden gelen dürtülere kapılarak bazı yanlışlar yapabiliriz. Peygamberimiz, insanoğlunun bu özelliğini olduğu gibi kabul eder, kamuyu ilgilendiren suçlar hariç, meydana gelen kusur ve hatalarda affedici davranırdı.

Sevgili Peygamberimiz insanların işlemiş olduğu günahların her tarafta anlatılmasını hoş karşılamaz. Allah’ın örttüğü bir hatanın insanlar tarafından açığa çıkarılmasını kınardı. Aksine eğer bir Müslüman’dan bir kusur meydana gelmişse, onu gören kimsenin, bu ayıbı örtmesini ister bu konuda şöyle derdi:

“–Kim bir Müslüman’ın bu dünyada bir ayıbını örterse Allah da kıyamet günü onun bir ayıbını örter.”

Allah’ın elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.), günah işlemenin sıkıntısını çeken ve bu sebeple kendisine gelip ne yapmaları gerektiğini soran insanları daima hoşgörüyle karşılamış, onlara ceza vermek yerine, günahlarına kefaret olacak bir hayırda bulunmalarını tavsiye etmiştir. Zengin olan kimselere fakirlere yardımda bulunmasını, köle sahiplerine kölelerinden bazılarını özgür bırakmasını, bunlara gücü yetmeyenlere oruç tutmalarını tavsiye etmiştir.

Her insanın aldığı eğitim ve sahip olduğu kültür bir değildir. Bir toplumda yaşayan birine göre normal olan bir hareket, bir başka toplumda yaşayanlara göre çok aykırı bir hareket sayılabilir. İnsanların bu farklılıkları hoşgörüyle karşılamaları gerekir. Peygamberimiz ve ashaptan bazıları mescitteyken dışarıdan, çölde yaşayan bir bedevî geldi ve durup dururken mescidin bir köşesine küçük abdestini bozdu. Orada bulunan ashap o adama çok kızdılar. Onun üzerine yürümek isterlerken Peygamberimiz onları engelledi. Peygamberimiz çöllerde yaşayan bedevîlerin tuvalet adabı olmadığını, bu hareketin onun gözünde sıradan bir iş olduğunu biliyordu. Bir kırba su istetti ve kirlenen yere döktürdü. Olay da böylece kapanmış oldu.

Bu konuda bir başka olay da şöyle meydana gelmiştir:

Rafi adında bir küçük çocuk ensardan birinin hurma ağaçlarını taşlamıştı. Bahçe sahibi onu yakalayıp Hz. Peygamber’e getirdi ve ondan şikayette bulundu. Sevgili Peygamberimiz çocuğu yanına çağırdı, başını okşayıp sordu:

“–Çocuğum, bunu neden yaptın?” Rafi çok utanmıştı. Kısık bir sesle:

“–Çok açtım, karnımı doyurmak için yaptım” dedi. Peygamberimiz şefkatle:

“–Yavrum, bir daha ağaçları taşlama, altına dökülenleri toplayıp ye; Allah seni böylece doyurur.” dedi.

Peygamberimiz, Allah’ın emri üzere, başka dinden olanların inançları konusunda da hoşgörü sahibiydi. Fethettikleri yerlerde savaşçı olmayan din adamlarına kesinlikle dokunmamış, onların ibadet ettikleri yerlere el sürmemiştir. Hiç kimsenin zorla herhangi bir dine sokulmaya çalışılmaması Allah’ın ve Peygamberimizin emridir. Peygamberimiz zorlayıcı değil, ikna ediciydi.

Hz. Aişe annemiz şöyle anlatmıştır:

“Ben Hz. Peygamber’in kendi şahsına yapılan bir haksızlığın öcünü aldığını hiç görmedim. Yalnız Allah’a hürmetsizlik ifade eden durumlar hariç. Eğer Allah’a hürmetsizlikte bulunmuşsa biri, Allah’ın elçisi bu konuda insanların en öfkelisi olurdu.”



 

Peygamberimiz okuma yazma öğretilmesine ve insanlara yararlı olacak her türlü bilgiye büyük önem vermiştir.

Bedir zaferinde sonra, savaş esiri olarak, karşı taraftan ele geçen her bir kimse için dört bin dirhem kurtuluş fidyesi takdir edilmişti. Uzun yıllardan beri sıkıntı içinde bulunan Müslümanların bu paraya ihtiyacı vardı. Fakat Peygamberimizin emri üzerine, bunlardan okuma yazma bilenlerden her birinin, on Müslüman’a okuma yazma öğretmesi karşılığında fidye vermeden serbest kalacağı bildirildi ve öyle yapıldı.

Enes b. Malik’in bildirdiğine göre Peygamberimiz zamanında iki kardeş vardı. Birisi bilgi öğrenmek için Peygamberimizin mescidinde kalır, diğeri ise işe giderdi. İşe giden kardeş, bilgi öğrenmek için mescitte kalan kardeşini Peygamberimize şikayet etti. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“-Nereden biliyorsun, belki de ekmeğini kardeşinin yüzünden kazanıyorsun?”

Peygamberimizin bu konuyla ilgili bazı hadisleri şöyledir:

“-Bilgi öğrenmek her Müslüman’a farzdır.”

“-Bilgi öğrenmek amacıyla yola çıkan kişi, dönünceye kadar Allah yolundadır.”

Peygamberimiz Yararlı Her Çeşit Bilgiyi Önemsemiştir.

Peygamberimiz bilgi öğrenmeyi teşvik ederken, bununla sadece dini bilgileri kastetmemiştir. Allah rızası gözetilerek, insanlara yararlı olacak her türlü bilgi, Peygamberimiz tarafından övülmüştür. İslam’a göre her insanın kendisine lazım olan bilgiyi öğrenmesi farz; insanalrın yararına olan bilgiyi öğrenmesi ise farzıkifayedir. Örneğin, ileri düzeyde matematik, fen, sosyal bilimler, güzel sanatlar, yabancı dil vb. bilgilerin toplumda yeterli miktarda öğretimi yapılmalıdır. Nitekim Peygamberimiz, ihtiyaç olduğu için Zeyd bin Sabit’ten Yahudilerin dili olan İbranice’yi öğrenmesini istemiştir.

Peygamberimiz eğitim-öğretim faaliyetleri arasında onun Kur’an ve dini bilgileri öğretmesinin yanında Müslümanlara ziraat, tıp matematik, atıcılık, binicilik, yüzme gibi birçok konuda tavsiyeleri olmuştur.

Kadınların Eğitimi

Peygamberimiz bilgi öğrenmede kadın erkek ayrımı yapmazdı. O, kendisine gelen ilahi buyrukları erkeklere bildirdiği gibi kadınlara da tebliğ ederdi. Kadınlar da camiye gelir, ibadet eder, Peygamberimizin konuşmalarını dinlerdi. Hatta Peygamberimiz, haftanın bir gününü kadınların eğitimine ayırmıştı. Böylece onların arasından dini iyi bilen kadınlar yetişti. Peygamberimizin eşi Hz. Aişe, onlardan biridir.



 

İslam’ın temel kavramlarından biri de “İstişâre”dir. İstişâre, Önemli bir karar almadan önce, konuyu araştırmak, bilgisi olan insanlara danışmak, onların fikirlerini öğrenmektir. Yüce Allah hem Peygamberimize, hem de bütün Müslümanlara bu güzel davranışı yerine getirmeyi emreder:

“...ve toplumu ilgilendiren her konuda onlarla istişâre et; sonra bir hareket tarzına karar verince de Allah’a güven; çünkü Allah güven duyanları sever.” (Al-i İmran, 159)

Peygamberimiz, önemli bir karar vermeden önce mutlaka etrafındaki insanların düşüncelerini öğrenir, kendisine bir öneri teklif edildiğinde bunu dikkate alırdı. Bedir Savaşında ashaptan Hubab isimli zat, Müslümanların mevzilendiği yeri beğenmemişti. Resûlullâh’a (s.a.v.) gelerek:

“–Ey Allah’ın elçisi, buraya Allah’ın emriyle mi indin yoksa bir savaş taktiğiyle mi?” diye sordu. Peygamberimiz:

“–Savaş taktiğiyle” deyince, Hubab:

“–Ey Allah’ın elçisi, Bedir köyünün en sonundaki kuyu etrafında mevzi alalım. Böylece putperestleri susuz bırakmış oluruz.” dedi. Peygamberimiz onun bu teklifini beğendi ve hemen harekete geçtiler.

Savaş olup Müslümanlar büyük bir zafer kazandıktan sonra elde edilen esirlerin ne yapılacağı konusunda Peygamberimiz ashabıyla yine istişâre etti. Putperestlerin kendilerine yaptıklarını affedemeyen bazı kızgın kimseler, hepsinin öldürülmelerini önerdi. Peygamberimiz bunu beğenmedi. Affedici olanlar:

“–Ey Allah’ın elçisi! Bunlar bizim ne de olsa akrabalarımız, serbest bırakalım” dediler. Peygamberimiz bunu da beğenmedi. Öyle ya, yaptıklarının bir bedeli olmalıydı. Diğer fikirler de dinlendi, sonunda Peygamberimiz şöyle karar verdi: Müşriklerden okuma yazma bilenlerin her biri on kişiye okuma yazma öğretirse serbest bırakılacaktı. Okuma yazma bilmeyen müşrikler ise fidye (tazminat) vereceklerdi. Bu güzel kararla pek çok Müslüman okuma yazma öğrenmiştir.

Peygamberimiz istişâre etmenin önemini şöyle vurgulamıştır:

“İstihâre eden ümitsizliğe düşmez, İstişâre eden pişman olmaz, iktisatlı davranan aç kalmaz.”

Yüce Allah Peygamberimizin ve Müslümanların, ortak meselelerini danışarak, istişâre ederek çözmelerini övmüş, şöyle buyurmuştur:
“(Onlar öyle iman edenlerdir ki bütün ortak meselelerini) aralarında danışma ile karara bağlarlar.” (Şûra, 38)

Devlet yönetiminde, uzman olanların görüşlerinin alınması, verilecek karardan etkilenecek olan insanlardan görüş alınması, işlerin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi açısından önemlidir.

Bizler de kendimizle, ailemizle ilgili önemli konularda anne babamıza, güvendiğimiz insanlara sormadan hareket etmemeliyiz. İnsanların görüşlerini aldığımızda:

  1. Akıl akıldan üstündür, özlü sözünde de belirtildiği gibi farklı görüşlerle düşüncemiz genişler daha sağlıklı karar veririz.
  2. Karşımızdaki insana değer verdiğimizi gösteririz.
  3. Görüşler arasında karşılaştırma yeteneğimiz gelişir.
  4. Ortak hareket etme bilincini geliştirir. Sorumluluklar paylaşılır.



6. Hz. Muhammed (s.a.v.) Merhametliydi.

Şefkat ve merhamet insanı yücelten ulvî duygulardandır. Merhametin gücü şiddet ve öfkenin gücünden her zaman üstün gelmiştir. Dünya sevgi ve merhamet üzerine kuruludur. Allah’ın 99 güzel isminden biri Rahman biri Rahimdir; her ikisi de O’nun ne kadar çok merhametli olduğunu anlatır. Merhametin kaynağı olan Yüce Rabbimiz, bize elçi olarak gönderdiği peygamberinin kalbini de merhametle doldurmuş ve ona:
“–Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107)
buyurmuştur.

Daha önce, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) başarılı olmasının sırlarından biri, onun güvenilir biri olmasıydı demiştik. Başarısının bir başka sırrını da Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim’inde şöyle açıklıyor:
“–...ve (Ey Peygamber!) senin izleyicilerine yumuşak davranman Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Çünkü, eğer onlara karşı kırıcı ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları hoş gör ve bağışlanmaları için dua et.” (Âl-i İmran, 159)

Gerçekten de Hz. Muhammed’in (s.a.v.) insanlara merhametle yaklaşımı, kırıcı ve sert davranmaması, onları kopması mümkün olmayan bağlarla kendine bağlamıştı.
Peygamberimiz o kadar merhametliydi ki Müslümanlara olmadık kötülükler yapan, eziyetler çektiren putperestleri bile, eline pek çok cezalandırma fırsatı geçmesine rağmen, affetmiş; onları yenip ortadan kaldırmaktansa kendine çekip kazanmayı hedeflemişti. Bedir Savaşında aldığı esirleri, Müslümanlara okuma-yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakmış, yıllar sonra Mekke’ye zaferle döndüğünde İslam’ın en azılı düşmanlarını affettiğini ilan etmiştir. Peygamberimizin gönlünden akan bu merhamet seline karşı, putperestlerin lideri olan Ebu Süfyan bile duyarsız kalamamış, sonunda o da şahadet kelimesini söyleyerek Müslüman olmuştur.

Kendisi hem yetim hem de öksüz olarak büyümüş olan ve bir çocuk için anne-baba hasretinin ne demek olduğunu çok iyi bilen Peygamberimiz özellikle öksüz ve yetimlerin üzerine titrerdi. O şöyle derdi:
“–Kim bir fakir aile veya kimsesiz çocuk bırakırsa onu bize (Allah ve Resulüne) bırakmıştır.”
“–Merhamet etmeyene (Allah tarafından) merhamet edilmez.”

Rahmet Peygamberi, sadece insanlara değil, diğer canlılara da merhametle davranılmasını isterdi. Yük hayvanlarına gücünün üstünde yük vurulmamasını emrederdi. Daha önce yaşamış toplumlardan bir kadının, bir kediyi hapsederek açlıktan ölmesine sebep olduğu için cehennemlik; bir adamın da susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe, kuyuya inerek ayakkabısıyla su çıkarıp ona içirdiği için cennetlik olduğunu anlatır, hayvanlara karşı merhametli olmalarını çevresindekilere emrederdi.



 

7. Hz. Muhammed Çalışmayı ve Yardımlaşmayı Severdi

Hz. Peygamber daima çalışmış, zamanını en iyi ve en verimli şekilde planlayarak dolu dolu bir hayat yaşamıştır. “İki günü birbirine eşit olan zarardadır” buyurarak her gün bir önceki güne göre daha ilerde olmak durumundadır.

Hz. Peygamber meşru kazanç için yapılan uğraşıların ibadet olduğunu vurgulamıştır. Bir gün sahabilerle birlikte oturmuş sohbet ediyorlardı. Bu sıralarda bir genç erkence kalkıp biraz ileride kazma kürek çalışıyordu. Ashaptan bazıları, “Ey Allah'ın elçisi! Keşke bu delikanlı burada sizin sohbetinizde bulunsa da Allah yolunda mesai sarf etmiş olsa” dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v. ) şöyle buyurmuşlardır: “Böyle söylemeyin. Eğer o genç, insanlara el açmamak, çocuklarının ekmek parasını kazanmak için çalışıyorsa Allah yolundadır. Yaşlı ve zayıf düşmüş olan anne babasına yardımcı olmak, onların ihtiyaçlarını gidermek için çalışıyorsa Allah yolundadır.”

Diğer bir hadislerinde ise “Dünya işlerinizi iyi düzenleyip yoluna koyunuz.Ahiretinizi de ihmal etmeyip onun için çalışınız.” buyurmuştur. Peygamberimiz bu hadisleriyle dünya ahiret dengesinin kurulmasını öütlemektedir. Biri diğeri aleyhine tercih edilmemeli belki ikisi birlikte dengeli olarak götürülmelidir. Bu konu oldukça önemli olduğu için Yüce Allah Kurân-ı Kerim'de de bizleri bu dengeli yaşama yönlendiriyor:

“Allah’ın sana verdiği –mallardan onun yolunda harcayarak –ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma “buyurmaktadır. (Kasas ,77 )

Yüce Allah’ın bizim için koyduğu kurallara dikkat ederek beden sağlığımızı, ibadetlerimizi yerine getirerek ruh sağlığımızı koruruz. Zira biri diğerinin aleyhine ihmal edildiği zaman bazı huzursuzluklar baş gösterir. Bu nedenle Peygamberimiz de; “Sizin hayırlınız dini için dünyasını, dünyası için de dinini terk etmez. Belki her ikisini birlikte çalışarak (mükemmelliğe yürür.) buyurmuştur. Diğer bir hadislerinde ise “Başkalarına muhtaç olmamak, çoluk-çocuğunun mutluğu ve komşularına yardım niyeti ile çalışan ve helalinden para kazananlar, yüzleri ak olarak Allah’a ulaşacaklardır.” “Helalinden çalışarak, yorgun bir vaziyette yatağa giren insanın günahları affedilecektir.” der.

Tembellik kişinin en büyük düşmanıdır. Önce çalışma ruhunu öldürür, azmini kırar sonrada ümitsizliğe iter ve kişinin başarısızlığına sebebiyet verir. Bu nedenledir ki Peygamberimiz tembellikten Allah’a sığınmışlardır.

Çalışmanın faydalarından bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

a-Çalışmanın, üretici olmanın en büyük yaran, kişinin kendisinedir. Çünkü "İşleyen demir ışıldar, pas tutmaz" atasözüne göre, çalışan insan sağlam ve sağlıktı olacak, daha zinde kalacaktır. Tembel insan ise, can sıkıntısından rahatsız olacak, kendini psikolojik açıdan iyi hissetmeyecektir.

b. Çalışan insan, alın teriyle kazandığından hem kendisi hem de ailesi helâl lokma yemiş alacaktır Çalışmayan insan, ya hazır yiyecek ya da başkalarının malına göz dikecektir. Böyle insanlar topluma yük olurlar.

c. Çalışıp kazanan insanın, içinde yaşadığı sosyal çevreye de birtakım katkıları vardır. Örneğin; çalışan insanlar, zekât, sadaka, fitre gibi sosyal yardımlarla çalışamayanları korur ve gözetir.

ç. Çalışan insan sadece kendisine, ailesine ve yakın çevresine faydalı olmakla kalmaz, milli ekonominin gelişmesine, sosyal refahın yaygınlaşmasına da yardımcı olur. Vergilerle yapılan yatırımlar, çalışmanın bütün topluma sağladığı katkılarla gerçekleşmektedir
 

Yapıcı ve Üretici Olmanın Yararları

Yapıcı ve üretici olmak; loplumun yararına olacak bir şey meydana getirmek, bir şey üretmek anlamlarına gelir. İnsan, yapıcı ve üretici olmalı, yaptığı her işin ve çalışmanın hakkını vermelidir. Yapıcı ve üretici olan sanatkâr ruhlu insanlar, hem Allah hem de kulları tarafından sevilir, sayılır.

Üretici olmak sadece çalışmakla sınırlı değildir. Öğreten, öğrenen fikir üreten, plân ve tasarımlar yapan, yol gösteren, işlerin daha iyi hâle gelmesini sağlamak için düşünen insanlar da üretiyor demektir.

Bir ülke, ancak yapıcı ve üretici olan vatandaşların gayretiyle yükselir. Bu güzel yurdumuz, atalarımızın sürekli çabalan, azim ve gayretlen sonucunda bizlere emanet edilmiştir. Yurdumuzu geliştirmek ve "muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkarmak" görevi ise yeni nesillere verilmiştir. Bu kutsal görevin en iyi şekilde yerine getirilmesi için üretici ve yapıcı olmak lâzımdır.

İnsan, üreterek başkalarına faydalı olur ve bunun mutluluğunu hisseder. Üretici insan diğer insanların sevgi ve saygısını kazanır. İnsanların hoşuna giden şey Rabb'imizin de hoşuna gidecektir Allah bize akıl ve ilim vermiştir. Verdiği akıl ve ilmin gereği olarak yapıcı ve üretici olmak onu memnun eder.

Dinimiz, dilenciliği, çalışıp çabalamaksızın tevekkülü, hazır yiyiciliği menetmiştir. Develerini dışarıya salıverip, mescitte boş oturan ve Allah'a tevekkül ettiklerini söyleyen bir grup insanı. Hz. Ömer: "Siz tevekkül edici değil, teekkül ediciler, yanı hazır yiyicilersiniz." diyerek kovmuştur. Bundan da anlaşılıyor ki dinimizde çalışmadan başkalarının sırtından geçinmek yani çalışmamak, üretici olmamak zararlı görülmüştür.

Peygamber Efendimizin "Mescidi Nebevi" inşa edilirken bizzat çalıştığı, ayrıca ev işlerinden bir kısmını yaparak, eşlerine yardımcı olduğu, bilinmektedir.

Yapıcı ve üretici olmanın birçok faydalan vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: İnsanı kötülüklerden alıkoyması, iradeyi güçlendirmesi, insanları sevimli hâle getirmesi, dostluğu, kardeşliği, arkadaşlığı, sevgiyi, yardımlaşmayı ve dayanışmayı geliştirmesi.
Yapıcı ve üretici olmak kişiye öldükten sonra da sevap kazandırır. Çalışmasının neticesinde bırakmış olduğu eserlerden diğer insanlar faydalanır. Kendisini hayırla anarlar




 

Peygamberimizin Sabırlı Oluşu

Sabır, saptırıcı engellere karşı doğru olan şey üzerinde ısrar etmek, sapmamak, dayanmak anlamına gelir. Sevgili Peygamberimiz sabırlı olma konusunda da biz Müslümanlara örnektir. O, İslam’ı duyurmak için gittiği Taif’te, putperestlerin taşlamalarına maruz kaldığı zamanda ümitsizliğe düşüp yolundan dönmediği gibi, Müslümanların refah ve zenginliğe kavuştukları, Arabistan’ın önemli bir bölümünü hakimiyetleri altına aldıkları dönemlerinde de asla yolunu değiştirmemiş, sürekli aynı yönde hareket etmiştir. Peygamberimizin ashabından Abdullah b. Mes’ud diyor ki:

“Hz. Peygamber’i kavmi taşlamış, ve onu yaralamıştı. O ise Allah’a şöyle dua ediyordu:
–Allah’ım halkımı bağışla çünkü onlar (gerçeği) bilmiyorlar.” Peygamberimizin bu tutumu ve Allah’ın yardımıyla bir dönem sonra Taif halkı tümüyle Müslümanların hakimiyetine geçti ve o taş atanların büyük bir bir bölümü İslam’ı kabul etti.

Yüce Allah Peygamberimize ve onunla beraber olan Müslümanlara sık sık sabırlı olmalarını ve asla ümitsizliğe kapılmamalarını öğütler:

“Ey İman edenler, sabretmek ve namaz kılmakla Allah’tan yardım dileyin; çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 153)

“Cesaretinizi yitirmeyin ve üzülmeyin; eğer gerçekten inanıyorsanız, mutlaka insanların en üstünü olursunuz.” (Âl-i İmran 139)

Peygamberimiz, etrafındaki insanlara, başlarına gelen bela ve musibetlerden dolayı ümitsizliğe kapılmamalarını, eğer sabırlı olur, Allah’a olan inançlarını yitirmezlerse bundan büyük mükafat elde edeceklerini müjdelerdi. Ashaptan Ebu Yahya şöyle naklediyor:

“Allah’ın elçisi dedi ki: Mü’minin hâli ne güzeldir. onun her işi kendisi için hayırlıdır. Eğer bolluk içinde olursa şükreder ve bu, onun için hayırlı olur; eğer darlığa düşese bu defa sabreder ve yine o durum, onun için hayırlı olur.”

İslam dinine göre bir Müslüman’ın, başına gelen herhangi bir olaydan dolayı kendi canına kıyması asla kabul edilemez; bu en büyük günahlardandır. Çünkü Allah’a inanan biri, O’ndan asla ümidini kesmez. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurur:

“Sizden biriniz başına gelen bir beladan dolayı ölmeyi istemesin. Eğer mutlaka ölmeyi isteyecekse şöyle dua etsin: Allah’ım! Yaşam benim için hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat; eğer ölüm benim için hayırlıysa benim canımı al.”

Sabırlı ve kararlı olan insanlar, amaçlarını elde etmeye en yakın insanlardır. Aceleci ve kararsız kişiler ise başarısızlığa mahkumdur.

Peygamberimizin Cesaretli Oluşu

Cesaret, yürekli olmak, korkak olmamak demektir. Korkak kimselerin hayatta başarılı olmaları, büyük işler başarmaları zordur.

Yüzyıllar boyunca puta tapmış, taştan, ağaçtan, madenden yapılmış heykelleri tanrı bellemiş bir toplumda, öne atılıp sadece Allah’a kulluk etmenin bayrağını açmak büyük cesaret isteyen bir iştir. Peygamberimiz Allah’a olan imanı ve güveniyle, putperestlerin tepkilerinden, tehditlerinden korkmaksızın, insanları tek olan Allah’a çağırmış, cesaretini ve özgüvenini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Mekke döneminin ağır şartlarında, daha sonra müşriklerle yaptığı savaşlarda Hz. Muhammed (s.a.v.) bir kaya gibi sağlam cesaretiyle Müslümanlara dayanma gücü aşılamıştır. Ashaptan Berâ b. Azib (r.a.) şöyle der:

“–Biz, savaşın kızıştığı zamanlarda Hz. Muhammed’den (s.a.v.) cesaret alırdık.”

Peygamberimiz ve onun ashabının cesaretleri, Allah’a imanlarından ve kararlılıklarından besleniyordu. Yüze Allah onların bu durumlarını şöyle övmüştür:
“İnsanlar onlara:
“–Bakın size karşı bir toplanmış. Onlardan korkun!”
dediklerinde bu söz onların imanlarını arttırmaktan başka bir şey yapmadı ve:
“–Bize Allah yeter! O ne mükemmel koruyucudur!” dediler.” (Âl-i İmran 173)

Bir başka ayette de Yüce Allah şöyle buyurur:

“İman edenler içinde öyle kimseler vardır ki Allah’a verdikleri söze bağlıdırlar. Onlardan kimi, bu uğurda canını feda etti, kimi de bu şerefi beklemektedir. Onlar Allah’a verdiği sözü asla değiştirmezler.” (Ahzab 123)


Korkaklık büyük bir hastalıktır, insanı içten yok eder. Aynı zamanda bulaşıcıdır, süratle yayılır; kısa zamanda bir toplumun yok olmasına sebep olabilir. Bu sebeple Peygamberimiz:
“–Allah’ım korkaklıktan sana sığınırım.” diye dua etmiştir.

Başarının yarısı cesarete bağlıdır. Korkak insan hakkını koruyamaz, karşısına dikilen engelleri aşamaz, güçlüklere karşı koyamaz. Biz de Peygamberimizi örnek almalı, doğruluk yolunda emin adımlarla yürümeli, cesur olmalıyız.




 

Peygamberimiz her konuda israf ve savurganlığı kötü gördüğü gibi zamanı boşuna geçirmeyi, vaktin kullanımında israf edilmesini hoş görmemiştir.

İnsan ömrü sınırlıdır ve bu sınırlı süre içinde insanın, hem bu dünyadaki hayatını kazanmak hem de ahiretini kazanmak için çalışması gerekir. Müslüman kişi, hayat ve ölüm konusunda daha bilinçli olduğundan boş işlerle ömrünü tüketmemesi gerekir. Peygamberimiz bu konuda şöyle derdi:

“Bir kişinin Müslüman olmasının güzelliklerinden biri de onun lüzumsuz işlerden uzak durmasıdır.”

İmkanlar insanlar için sürekli değildir; bu yüzden elde edilen imkanlar yerinde ve yararlı işler için kullanılmalıdır. Boş vakit de kıymetli imkanlardan biridir. Peygamberimiz buyurur ki:

“İki nimet vardır ki insanlar bu ikisinde çok aldanırlar: Sağlık ve boş vakit.”

“–Beş şey geçmeden beş şeyin kıymetini bil: İhtiyarlamadan önce gençliğinin; hastalanmadan önce sağlığının; fakirlik gelmeden önce zenginliğinin; meşgul olmadan önce boş vaktinin; ölmeden önce yaşamın.”

İnsan bazı değerli şeylerin kıymetini bilmek için, onu kaybetmeyi beklememelidir. Çünkü kıymetli şeylerin bir bölümü bir daha ele geçmez. Yaşam ve boş vakit de bu değerlerdendir. Peygamberimizin uyarılarına dikkat etmeli ve vaktimizi iyi değerlendirmeliyiz.



 

Hakkı gözetmek demek, adil olmak, her hak sahibine hakkını vermek demektir. Peygamberimizin en belirgin özelliklerinden biri de insanlar arasında adaletle karar vermesi, adil davranmasıdır.

Peygamberimiz, kendini Kur’an’a göre eğitmiş biriydi. Kur'an-ı Kerim’de yer alan adaletli olmakla ilgili uyarılar, doğrudan onun sözlerine ve uygulamalarına yansımıştır. Bakın Yüce Allah adil olmakla ilgili ne buyuruyor:

“Ey inananlar! Sizin, anne-babanızın ve akrabalarınızın aleyhine de olsa, Allah rızası için hakikate şahitlik yaparak adaleti gözetin.O kişi zengin de olsa fakir de olsa Allah’ın hakkı (olan doğru adil karar vermek) herkesten öncedir. Sakın boş heveslerinize, arzularınıza uymayın ki adaletten uzak düşmeyesiniz. Eğer hakikati çarpıtırsanız, bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa 135)

Bir başka ayette de Yüce Allah Peygamberimize ve onun şahsında tüm Müslümanlara şöyle buyurur:

“Onların arasında hükmettiğin (idari karar verdiğin) zaman adaletle karar ver. Allah adaletli davrananları sever.” (Maide 42)

Peygamberimiz vefat edinceye kadar bu ve benzeri ayetlerin çizdiği sınırları gözetmiş, onun dışına kesinlikle çıkmamış ve söylediği güzel sözlerle Müslümanları bu yönde teşvik etmiştir.
İslam’ın doğuşundan sonra, kısa bir süre içinde büyük bir coğrafyaya yayılmasının sebebi, Allah’ın ve Peygamberimizin adalet konusunda ikna edici uyarıları, Müslümanların da bu konuda çok titiz davranmalarıdır.

Peygamberimiz haksızlığa asla tahammül edemez, haksızlık karşısında susan, kendini savunamayan kişiyi dilsiz şeytan olmakla nitelendirir, onun bu halini beğenmezdi.
Görev başına getirdiği insanlara adaletli ve hoşgörülü olmalarını emreden Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle derdi:

“–Kıyamet gününde Allah’ın en çok sevdiği ve O’na en yakın olan kişi adil devlet başkanı, en çok nefret ettiği ve Allah’tan en uzak olan kişi de zalim devlet başkanıdır.”

Sevgili Peygamberimiz, hakkı gözetme konusunda sadece idareci konumunda olanları değil, herkesi sorumlu davranmaya çağırmış ve çoban-sürü benzetmesini yapmıştır:

“–Dikkat edin! Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumlusunuz. İnsanların başında bulunan yönetici de çobandır ve sürüsünden sorumludur.”

Bu sözde ifade edilen şey, herkesin sorumluluğunu üzerinde taşıdığı kimselere karşı hakkı gözetmesi, onlara adaletle muamele etmesi, zulmetmemesi gerektiğidir.

Bizler, Peygamberimizin bize öğütlediği bu güzel tavsiyeleri gönülden benimsemeli, hiç kimsenin hakkına el uzatmamalı, her zaman hakkı gözetmeliyiz. Bilmeliyiz ki Allah, bir başkasının bizim üzerimizde kalan hakkını asla affetmez ve bizi bundan dolayı sorumlu tutar




 

İnsan temiz ve sağlıklı bir ortamda yaşayabilir. Yüce Allah kainatı belli bir denge ve düzen içinde yaratmıştır. Dağlarıyla, ovalarıyla, hayvanlarıyla ve bitki örtüsüyle dünyada her şeyin mükemmel bir düzen içinde olduğu görülmektedir.

Peygamberimiz döneminde henüz çevre sorunu diye bir sorun yoktu. Sanayileşme olmadığı için onun zararlı yan etkileri de görülmemekteydi. Buna rağmen Peygamberimiz ağaçların korumanın gerektiğini bildirmiştir. Örneğin ona ait bir hadis şöyledir:

"Kim bir fidan diker veya ekin ekerse, onlardan kuşlar ve diğer hayvan veya insanlar faydalandıkça Allah onu sevaptan yararlandırır. Yaptığına karşılık olarak ona sadaka sevabı olur."

Peygamberimiz Medine yakınlarında, eskiden ormanlık iken sonradan hayvan otlatılan yer haline gelen otlak bir alan için şöyle buyurmuştur:

"Kim buradan bir ağaç kesecek olursa onun karşılığında yeni bir ağaç diksin."

Aynı şekilde, Mekke gibi Medine ve Taif şehri ve civarını, bugünkü söylemle sit alanları ve milli park ilan etmiş ve bu bölgelerdeki ağaçların kesilmesi ve hayvanlarının avlanması yasaklanarak koruma altına alınmıştır.

Peygamberimizin Medine merkez olmak üzere her yönden 32 km.lik çevresini yasak bölge ilan ederek ağaçlarının kesilmesini, hayvanlarının avlanmasını, otların yolunmasını, hatta ağaçların yapraklarının çırpılmasını yasaklamış, böylece bu bölgeyi koruma altına almıştır.

Peygamberimiz su israfı ve suyun kirletilmesi konusunda da insanları uyarmış, bu konuda titizlik göstermiştir.

Peygamberimiz hayvanlara iyi davranılması konusunda ise şöyle buyurmuştur:

"Merhamet edene Allah da merhamet eder. Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin."

Peygamberimiz hayvanları birbiriyle dövüştürmeyi yasaklamış, onlara işkence ve eziyet edenleri, nişan hedefi yapanları lanetlemiştir. Zevk için avlanmak, hayvanı öldürüp atmak da haramdır. Peygamberimiz şöyle buyurur: "Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvan öldüren insana Allah onun hesabını mutlaka soracaktır."

Konuyla ilgili bir başka hadis de şöyledir:

"Bir adam yolda yürürken çok susadı ve bir kuyu bulup oraya inerek su içip çıktı. Bu sırada susuzluktan dolayı nemli toprağı yalamakta olan bir köpek gördü. "Bu köpek de susamış" diyerek kuyuya indi. Ayakkabısına su doldurup yukarı çıktı ve köpeğe içirdi. Bundan dolayı Yüce Allah o kulundan razı olup onu cennetlik kıldı.

Peygamberimizi dinleyenlerden biri sordu:

"-Ey Allah'ın elçisi, Hayvanlara yapılan iyilik için de sevap var mıdır?" Peygamberimiz şöyle cevap verdi:

"-Her canlı için yapılan iyiliğin mükafatı vardır."

 
  Allah'a Şükür Bugün 9 ziyaretçi (12 klik) Müslüman burda idi!